12 Nisan 2013 Cuma

6. HAFTA

Bu hafta da ise çevre felaketleri konu başlığı altında yorumlar oluşturduk. Bence çevre felaketlerinin temel sebeplerinden en önemlisi bilinçsiz hareket eden insanoğludur. Doğaya müdahale eden insanoğlu hep yaptığı değişiklerden sonunda memnun kalmamış ve geri dönüşümü düşünmeye başlamıştır. Ülkemizde ki göllerin çevresinde bilinçsiz sondaj kuyularını yaptırmaları, bu tür göllerin bir kaç zararlarına dayanamayarak kurutma çalışmalarına girişmeleri ve daha sonra da büyük felaketlere dönüşmesi ya bir düşünsenize o bölgenin gölünü kuruttuğunu sadece göllerde beslenen canlıları yok etmekle de kalmıyor o bölgenin iklimini, bitki örtüsünü değiştirerek çiftçileri fena halde etkiliyor. Doğa bu yapılan yanlışın maliyetini çok yüksek şekilde ödetmiştir.
Çevrenin yanlış uygulamalar sonucu da yok edildiğini görüyoruz. Ülkemiz insanları o kadar bilinçsiz ki kendi iyiliklerini düşünürken kendilerine ve doğaya çok bariz kötülüklerde bulunmaktalar. Beğenilmeyerek yapılan her yanlış insanlık için çok kötü olumsuz etkilere yol açmıştır. Doğada insanlığa yarar sağlasın diye yapılan aslında yanlış olan her düşüncenin geri dönüşümünün olduğuna rastlamadım. eğer ki geri dönüşümü vardır ama bunun maliyeti insanlığın ödeyebileceği şekilde değil... DOĞA İSTEDİĞİMİZDE BİR TAKIM PARÇALARINI DEĞİŞTİREBİLECEĞİMİZ SONRA DA VAZGEÇTİĞİMİZDE İLK HALİNE GERİ DÖNÜŞTÜREBİLECEĞİMİZ BİR YAPI DEĞİLDİR...:(
5. HAFTA

Dünyanın 3/4 'ü sularla kaplıdır. Bu yüzden de karasal ekosistemler de yaşayan canlıların yaşama alanları dar sucul ekosistemlerde yaşayan canlıların yaşama alanları daha fazladır.Sucul ekosistemleri karasal ekosistemlerden ayıran en önemli fark sucul ekosistemlerin 3 boyutlu yaşama kuşakları olmasıdır. 3 boyutlu yaşam derken karasal ekosistemler 2 boyutlu yaşama alanlarıdır. çünkü bir hayvan bu kuş bile olsa yeryüzü üzerinde yaşamını sürdürür. Kuşlar havada uyumaz havada üremezlersadece uçarlar. fakat sucul ekosistem de yaşayan canlılar sadece yatay değil yüzeyden derinliklere kadar 3 boyutlu yaşam sürerler. Bir planktonu düşünecek olursak gündüzleri saklanmak için suların çok derinliklerine, geceleri beslenmek için se su yüzeyine geldiğini görürüz. Bir antilopu ise savan bölgesinde bulabiliriz. Yani sucul ekosistemler hem geniş bir yüzey alanına sahipler hem de derinliğe sahiplerdir. Diğer fark ise sucul ekosistemlerde zonlaşma görülmez. Yani karasal yaşam kuşaklarından biri olan tropikal yağmur ormanlarını hangi kıta da  ararsak arayalım bu kuşak ekvatora yakın çevre de görülür. Fakat sucul ekosistemler de ise nehirler kutuplarda, denizler sadece ekvator bölgesinde, göller ise orta kuşakta falan diye bir ibare ile karşılaşmazsınız. Dünyanın bazı kesimlerinde hem göl, hem deniz, hem okyanus bulabilirsiniz. Bu bahsini yaptığım iki fark belirgin farklardır.
4. HAFTA

Bu haftanın sonunda ise ben ;  kutuplardan ekvatora gidildikçe görülen iklim değişiklikleri sıcaklık ,yağış özelliklerinde meydana gelen değişmeler tür çeşitliliğini artmasında etkili olur. Kutup bölgelerinde yetişen bitki tür sayısı ile ekvator bölgesinde yetişen bitki ağaç sayısı ve biyomas'ı arasında dağlar kadar fark vardır. Yani kutup bölgesinde yetişen sadece bodur çalılar ve o bölgenin zor şartlarına adapte olmuş kara yosunlarından oluşur. Bu kuşakta ise hiç ağaç bulunmamaktadır. Fakat bu kuşağı ekvatora kadar takip eden kuşaklar farklı faklı bitki ve hayvan türlerini barındırır. Canlı çeşitliliği daha çok sıcaklık,nem,yağış şartlarının elverişli olduğu yerlerde fazladır. Bu özellikler kutba doğru azalma gösterir. Her iki tür kutup bölgeleri de yaklaşık simetrik özellik gösterir. Örneğin tropikal yağmur ormanlarının bir üstünde bulunan kuşakta ise belgesel canlıları yaşamakta savan bölgesinde. Afrika vahşi köpekleri, bizon, sırtlan, çakal, antilop, zebra, zürafa, babun, aslan, çita, firavun faresi, deve kuşu, timsah, geyik, karaca, fil, yabani at ve eşek gibi otçullara ve etçil hayvanlara ev sahipliği yapmakta.. Bir alt tabakasında ise tropikal yağmur ormanları bulunmakta ve buralarda bitki türü çok fazla olduğu için buraya "Dünyanın Akciğerleri " denmekte.. yani toparlayacak olursak kutuplardan ekvatora doğru gidildikçe iklimin yaşama uygun koşullarının bulunduğu yerlerde canlı çeşitliliği tabii fazla olmak zorundadır. Yaşama elverişli bölgelerde de canlı bulunmakta tabii ama bu bölgede ki canlılar değişim göstererek ortama adapte olmaktalar...
3. HAFTA
Bu hafta da ise aksiyon, reaksiyon ve koaksiyon konularını kapsayan çevre hakkında bir hikaye yazmıştık . Bende bu konuyla ilgili yazdığım örnekleri vereceğim. İnsana soğuğun etkisi ,sıcağın etkisi aksiyon olarak adlandırılır. İnsan bu doğa olaylarından etkilenmemek için cansız bir varlık olan evleri kendilerine barınak ve koruyucu yapıtlar olarak inşa ederler. Bu da reaksiyona örnektir. Bizim bu yaptığımız barınaklar evler yapıtlar da diğer canlılara kötü etki oluşturmakta yani buradaki ağaçları yok ederek binalar oluşturuyoruz canlıların da oksijenlerini azaltmaktayız. Bunu da koaksiyona örnek olarak gösterebiliriz. Bir diğer örneğim ise; fen bilgisi öğretmeninin fen dersi işlerken okul bahçesinin bomboş kuru bir toprak olması insana kötü enerji verir aynı zamanda da görselliğini bozmaktadır. Buna aksiyon diyebiliriz. Toprağa bir takım çiçek, gül, ağaç dikmek için toprağı eşmemiz, kazmamız, ona türlü güzel yeşilliklerle donatmamız cansıza canlıdan bir etki olduğu için reaksiyon olarak belirtiriz. O diktiğimiz çiçeklerin ağaçların bizlerin solunumunu gerçekleştirmesi için fotosentez yapmaları da canlının canlıya etlisi olduğu için koaksiyon diyebiliriz . Son bir tane daha örnek vermiştim o da; biz ailecek sebzecilikle uğraşıyoruz. Seralarla birebir ilgilenirim. Şöyle bir örnek sanırım doğru olacak sanıyorum . Biz diktiğimiz sebzelerimizi yaza doğru haziran sonlarında sökeriz. Yani kökünü topraktan ayırarak seralarımızda ki sebze atıklarını (gazal)diye adlandırdığımız sera pisliklerini bulunduğumuz ilçenin içinde bir yere dökeriz ve bunu her ailenin seralarının olduğunu düşünürsek bayağı bir yük pislik. Bu canlının canlıya etkisi olduğu için koaksiyon.  O  ilçe içinde toplanan pislikler ise yaz boyu yakılarak yok edilmeye çalışılır. Yakıldığında oluşan duman havanın kötü olmasını sağlar. Bunu da canlının cansıza etkisi olduğu için reaksiyon. Bu havayla bütünleşen bitkilerin yanık kokusunun bizleri rahatsız etmesi hele o Antalya nın ağustos sıcağında rüzgarın bir kere bile esmediği saatlerde insana olan etkisini görseniz bunun tam bir aksiyon olduğu kanıtına varırsınız...

10 Nisan 2013 Çarşamba


2.    HAFTA
Benim denizde ya da gölde yaşayan bir canlıyla akvaryumda yaşayan bir canlı arasında ne gibi farklılıklar var sorusu sorulduğunda doğal ortam ve yapay ortam  kavramları aklıma geldi. Balığın deniz ve göllerde yaşamını sürdürdüğü ortamlara doğal ortamlar, akvaryumda hayatını sürdürdüğü ortamlar ise yapay ortamlardır. Doğal kelimesi insan eli değmemiş anlamını kapsamakta yapay kelimesi ise bunun tersini ifade etmekte insan eli ile oluşturulmuş anlamını ele almaktadır. Ben ilk önce bu yapay ortamda yaşamlarını sürdüren canlıların doğal ortam gibi rahatlığa erişemeyeceklerini savundum. Çünkü akvaryum balığı sadece yem ile deniz ve göllerde yaşayan canlılar ise her türlü besinlerle beslenmekte daha geniş yaşama alanına sahiptirler. Çünkü yaşam alanlarında dar bir alana  sahiptir.  Hayatta nasıl kalacağını bilemez, besinlerini ancak insanların karşılaması ile sağlarlar. Bunu sağlayamazlarsa hayatlarını kaybederler. Burada en önemlisi de bir canlının doğal ortamdan alınıp akvaryumda yaşama özgürlüğüne son verilmesidir. Bir çocuğa sorulduğunda balığın yaşam alanını elbette cevabı hiç düşünmeden denizler olacaktır. Peki neden zavallı balıklar yaşam alanı kısıtlı bölgelerde besleniyor? L Sokak hayvanlarından konu açıldı.  Konuşmalardan da anlaşıldığı gibi asimile edilen canlılar o ortama her şekilde uyum sağlarmış. Sokak köpekleri, sokak kedileri asimile edilmiş canlılar olduğunu öğrendim bu görüşümde yanıldım. Fakat bu asimile kelimesini duymadım değil sadece o an düşünemedim aklıma o canlıların asimile edilmiş canlılar olduğu öğrendim ve bizim taşama alanımızdan başka bir yerde yaşayamayacaklarının kanısındayım. İnsanlar o bölgelerden göç ettiklerinde hayvanların da yiyeceklerinin, barınmalarının olmayacağını anladım..

1.    HAFTA
İlk insandan bu yana geniş bir zaman yelpazesinde düşünecek olursak çevre bilimi insanların ilk yerleşik hayata geçmeleri ile eski zamanlardan beri yaşadıkları ortamın temiz olmasını sağlamak amacıyla oluşmuş da olabilir... tüm insanlığın temizliğine önem vermesiyle başlamış olabilir. İlk aklıma gelen cümleydi. Çevre biliminin dünyaca kabul görmüş tanımından yola çıkacak olursak  eğer “insan ile doğa arasındaki ilişkileri, etkileşimleri ve çevre sorunlarını inceleyen bilim dalı” dır. İnsan, doğayla ilişkileri ve etkileşimi sonucu istenmediği halde çevreye zarar verici etkenlerde bulunmaktalar. Tabii hiç kimse çevreye körü körüne zarar vermek istemez. Bu olay sadece insanoğlunun isteklerini yani hayatı kolaylaştırmak için yaşamını daha az iş gücü harcayarak tamamlamak için yapmaya çalıştığı bir takım şeylerden dolayı çevremizin kirlilik oranı her geçen gün artmaktadır. Havaya ve bir çok yere bırakılan zehirli gazlar ve atıklar yüzünden birçok salgın hastalıkları ortaya çıkmakta  ve bunu engellemek amacıyla çevre bilimi doğmuştur.Böylelikle günümüze kadar çevre sorunu git gide artması nedeniyle insanlar tarafından oluşan çevre sorunlarına çözüm arayışı içindeler ve çevre bilimini geliştirmişlerdir. Yüzyıllardır insanoğlunun yeryüzündeki yaşama ortamına duyduğu merak, yaşam standartlarını yükseltecek bir etkinliğe bürünmeye başlamıştır merak duygusu da bilim için önemli bi etkendir. Olağan gibi görünen olayları anlama çabası, aslında dünyanın gizemlerle dolu bir yer olduğunu ve bunları çözümlemek gerektiği gerçeğini doğurmuştur. Bunun da etkilerinin olmadığı söylenemez…